28 Ağustos 2018 Salı

Kendini Kandırmak

"En son ne zaman huzurla gözlerini kapadın?" diye sordum kendime. Çok olmuş. En son ne zaman saatlerce irkilerek uyanmadan, sebepsiz yere gözlerimi açmadan uyudum diye düşündüm. Bu daha da çok olmuş. Hep huzursuzmuşum. En huzurlu olduğumu sandığım anlarda bile her şeyin bir rüya olduğunu ve uyanınca geçeceğini düşünüp kendimi korkutacak kadar huzursuzmuşum. Şimdi daha da huzursuzum tabi sonuçta korktuğum başıma geldi, rüya bitti. İnsan derinlerde bir yerde iyi ya da kötü her şeyin biteceğini biliyor ama yaşarken konduramıyor. Benim başıma gelmez diyor. Başına gelince de sudan çıkmış balığa dönüyor. Şimdi ne yapacağım diye sormaya başlıyor kendine. Aynı benim kendime sorduğum gibi. Şimdi ne yapacağım? Ne kadar uzağa gidersem her şey geride kalır? Ne kadar uzağa gidersem hep benimle olsun istediğim halde benden uzaklaşması gerekenler uzaklaşır? Uzaklaşmaz değil mi? İnsan kendinden, kalbinden ne kadar uzaklaşabilir ki? Uzaklaştığını sanıp gündüz kendini oyaladığı her şey gece olunca canını daha çok acıtır. Unutmak istemekle istememek arasında olsa da unutmuş gibi yaptığı her an için kendine kızar. Belki de kendine, kendini kandırdığı için kızar. İşte bunlar hep kendimi daha çok kandırmayayım diye.

Şimdiye kadar pek çok şey yazdım hatta çoğunu da noktaladım sadece yayınla kısmına tıklamamı bekliyorlar. Ama hiçbiri ben değil. Şu anki ben değil. Hiçbiri kalbimin ne kadar kırık olduğunu yansıtmıyor mesela ya da uykusuzluktan ne kadar saçmaladığımı da göstermiyor. Göstermesini de istediğim yok ama başka türlüsü kendimi ikiyüzlü gibi hissetmeme neden oluyor. Her şey bu kadar kötüyken nasıl her şey yolunda gibi davranabilir ki bir insan? Bu kadar bilinmezlikle nasıl başa çıkabilir? En azından ben yapamıyorum. Tek istediğim bir yere oturup ağlamakken sürdürdüğüm her şey, akıp giden bu hayat beni yıpratıyor. Belki farklı yerlerden, farklı kişilerden yaralanıyoruz ama hep aynı yer acıyor. Hem de çok acıyor. Hangi kelime tarif edebilir bunu? Hangisi beni birinin anlamasını sağlayabilir? Ben söyleyeyim, hiçbiri. Aynı teselli edecek hiçbir kelimenin kalmadığı gibi. Zaman akıp gidiyor, bir şeyler yolunda gibi duruyor ama bu sadece bir yanıltmadan ibaret. Bir şeyler o kadar yoldan çıkmış ki bana yeni bir yol çizmelisin diye bağırıyor. Evet yoldan çıkmış her şey için yeni bir yol çizmeliyim belki aynı yere farklı şekilde varan belki de hiç ulaşmak istemediğim yerlere çıkan. Her ne kadar bazı şeyleri kabul etmek istemesem de bunun bilincindeyim. Tabi bu yetmiyor. Yapman gerektiğini bilmek yapmanın herhangi bir adımını oluşturmuyor. Ben de hiçbir şey yapmıyorum. Ne zamana kadar böyle gider bilmesem de kalbimin kabul etmediği şeyleri yapmaya sonuna kadar direneceğim. Her gün ağlasam da bu sızı hiç dinmese de umutsuz bir umutla bekleyeceğim kalbimdekilerin gerçeğim olmasını. Yine pek çok şey yazdım bir yere varmayan, beni hiç yansıtmayan. Varsın bu da böyle olsun. Çünkü bunlar hep kendimi daha çok kandırmayayım diye.


1 Ocak 2017 Pazar

Büyümek!

İyi bir blog yazarı olmanın temel şartlarından biri de yayınlar ya da genel tabirle postlar arasında çok uzun zaman olmamasıymış. Ne dersiniz ben bu konuda sınıfta kaldım sanki? Nasılsınız, iyi misiniz, beni özlediniz mi? Ben iyi olmaya çalışıyorum, size hitap etmeyi de yazdıklarımı okuma ihtimalinizi de çok özledim. Önce güzel bir haberle başlayalım en yakın arkadaşım biricik adaşım Sümeyye Nur bundan sonra yazılarımın sinema/televizyon editörüdür, güzel önerilerini bir sonraki yazımda bulacaksınız. Kendisine bir kere daha teşekkürlerimi sunuyorum yine bir konudaki eksiğimi kapattı. Madem Sümeyye Nur dedik size biraz benim hayatımdaki yerinden bahsedeyim. Tele ilişkisinin dibine vurduğumuz bu hanımefendiyle liseden beri arkadaşız, ne zaman benim için bu kadar değerli biri olduğu konusuna henüz açıklık getirebilmiş değilim ama iyi ki olmuş. Kendisinin bana öğrettiği en güzel şey hiçbir ortak noktası olmayan iki kişinin nasıl böylesine yakın olabileceğidir. Benden duymuş olmayın ama birkaç yıl öncesine kadar okuduğu tek kitap Fırat'tı. (Artık Kafka okuyor.) Bunu okuyunca "Sen de Fringe izlemedin." diye bir tepki verir ben de "Söz yazın izleyeceğim." derim ama o yaz hiç gelmez. Benden ayrıldığı noktalardan biri de çok iyi bir mizah yeteneğinin olmasıdır. Çok ayrıyız ama tam da duyguların başladığı yerde aynıyız. Buraya yazmak için birkaç anı düşünüyorum ama fark ettiğim şey onsuz pek bir anımın olmaması oluyor. Onsuz bir anısıysa da ona anlatılmış ve yorumu alınmıştır çünkü minik kuş olmak bunu gerektirir. Bizim lisede bir duamız vardı sürekli inşallah aynı üniversitede oluruz derdik. Duamız kabul oldu ama kampüslerin farklı olmasını hesaba katamamışız. Şimdiyse duam ömür boyu birlikte olmak. Neyse efendim işte bu kızın yarın doğum günü ve her sene olduğu gibi bu sene de doğum gününe ders çalışarak girecek ama biz her zaman tüm kalbimizle yanında olacağız. "Doğum günün kutlu olsun minik kuş, umarım çok çok çok mutlu olursun daha doğrusu oluruz çünkü senin mutlu olman demek benim de en az senin kadar mutlu olmam demek."

Yazının bundan sonraki kısmına gözlerim yaşarmış bir şekilde devam edeceğimden emin olabilirsiniz hatta her an ağlayabilirim. Çünkü ikidirhembirkelam 2 yaşında! Bu süreçte yanımda olup desteklerinizi esirgemediğiniz için teşekkür ederim. Siz bilmeseniz de ben hep size yazdım belki taslaklarda kaldı belki silinip atıldı ama yazdım. İlk zamanki korkularım, tereddütlerim de geride kaldı. O zamanlar biri yazdıklarımı sıkıcı buldu diye ağlamış sonra da sinirlenerek o zaman okumasın demişken şimdi onun da kalbine nasıl dokunurum diyebiliyorum. Çünkü büyüdüm, birazcık daha büyüdüm. Ben burada vazgeçmemeyi öğrenmedim, ben burada vazgeçmeyi öğrendim. İstediğim şey için elimden geleni yapmayı ama hala olmuyorsa vazgeçmeyi ve bunda da bir hayır olabileceğini öğrendim. Her şeyi sırtıma yük yapmak yerine bazı şeylerle vedalaşıp onları geride bırakmayı öğrendim. 2016 benim için gerçekten çok zor bir yıldı. Çok mutlu olduğum zamanlar oldu, aylarca süren ağlamadan uyuyamadığım zamanlar oldu ama sonra ne oldu biliyor musunuz? Geçti. Her güzel ve kötü şey gibi bunlar da geçti. Benim için önemli olan tüm yaşadıklarım için iyi ki diyebiliyor olmam. Her şey için koca bir iyi ki!

Şu an nasıl hissediyorum biliyor musunuz? Rahatlamış ve hazır. Yeni bir güne ve yeni başlangıçlara hazır. Belki yine düşerim ama önce ayağa kalkmam ve bir adım atmam gerekiyor, devamını hep birlikte göreceğiz. Son olarak iyi ki varsınız. Özellikle de bu yazıyı yayınlamam konusunda beni farkında olmadan destekleyen ve bunu sadece yazdıklarıma üç nokta koyarak yapan kişi. Sevgiyle kalın!


15 Haziran 2016 Çarşamba

Ortaya Karışık

"En son ne zaman birini çok özlediniz ya da hala özlediğiniz biri var mı? Hani böyle her nefes alışında şurasına bir şey takılır da kalır insanın, gözleri dalıp dalıp uzaklara gider de kalbi dart tahtası misali delik deşik olur işte öyle bir özlemekten bahsediyorum. Bu da bir şey mi daha fenası var diyene saygım sonsuz ama biz şimdilik bu kadarıyla idare edelim. Çok özlüyoruz ama hep özleyen olup hiç özlenen olamamaktan da epey şikayet ediyoruz, gerçekten öyle mi bilmem ama bu da bir çeşit karşılık beklentisi işte. Sevgi için de böyle değil mi ki? Bize göre hep biz seviyoruz ama hiç sevilen olmuyoruz, yani karşılığını almıyoruz. Tamamen depresyonu tetikleyen hastalıklı bir düşünce. Öncelikle sorun birilerinin bizi sevdiğini ya da özlediğini ifade etmemesi değil sorun bunun beklediğimiz kişiler tarafından gerçekleştirilmemesi. Oysa bazı şeyler karşılığı olmadığında güzel yani hissedilen en güzel duygular en karşılıksız olanlar bana göre çünkü karşılığı olmadığı halde devam etmesi bir çeşit gerçekliğinin ispatı değil midir? Karşılıklılığının yanı sıra bir de bunu dile dökme, itiraf edebilme durumu var bunu yapabilen insanlarsa bana göre cesur ve özgür olanlar. Diğer grup da karşılık alamayacağından ya da zaten almak istemediğinden duygularını hiç söze dök(e)meyenler. Dile dökülenler ve dökülmeyenler bunlar bilinenler ama bir konu daha var ki belki de bu en önemlisi; "elimizde olduğu halde dile dökmeye gerek görmediklerimiz." Durum sevdiğini, özlediğini söylemekten de öte. Öyle bir hale geldik ki hal hatır sormak bile gereksizmiş gibi düşünülmeye başlandı. Bir günaydın demek, bir şeyler için teşekkür etmek, nasılsın diye sormak ne zamandan beri bu kadar zor? Bunlar bile zor bir hale gelip kolay kolay bulunmazken asıl zor olan bu basit şeyleri bile dile dökemeyen insanlardan sevgilerini dile dökmelerini beklemek. Aslında hepsi bir çeşit döngü bizim sorunumuzsa en alttan başlamak yerine en üstten başlamaya çalışmak bu sebeple hiç başlayamamak. Bu kız yine kimden ne bekliyor, kime mesaj vermeye çalışıyor demeyin elbette hepimizin beklediği şeyler var ama şu an insanların birbirini önemsemesini bekliyorum. Hızlı hızlı yürürken birbirlerine çarpan insanlardan ufak bir özür cümlesi, her sabah birbirini gördüğü halde hiç konuşmayan insanlardan bir günaydını bekliyorum zaten bu aşamayı geçtikten sonra da duygularımızı kendiliğinden ifade etmeye başlayacağız ve döngü kendini tamamlayacak. Dilerim bir yerden başlar ve duygularınızı içinizde saklamaktansa uygun bir şekilde ifade etmeyi alışkanlık haline getirirsiniz çünkü bana göre bu özgürlüğün ta kendisidir."


Değerli okuyucum yazının bundan önceki kısmı aylar aylar önce yazılıp da taslaklara kaydedilmiş sonra da unutulup bir son bile yazılmamış bir parçadan ibaret. Kim bilir niye neye sinirliydim, kimi özlemiş de bir selamına uzakmışım bu yazdıklarım devası olur diye düşünmüşüm sanırım bunu az çok tahmin edebiliyorsunuzdur ama kim olduğu çok da önemli değil önemli olan benim bunları hissetmiş olmam hatta belki de hala hissediyor olmam. Bu kadar yoğun duygular hissetmek hoş olduğu kadar da zor bir durum bu sebeple arada böyle serzenişlere sebep olabiliyor. Yazının bundan sonraki kısmına da bir geri dönüş ekliyorum açıklaması da hemen altında olacak:



"Bu güzel nisan akşamından hem de bir de güzel mi güzel sendromu geçmiş pazartesi akşamından hepinize merhabalar değerli okuyucularım. Baktım size seslenmeyeli epey olmuş, koştum geldim. İyisinizdir inşallah zira ben pek bir iyiyim. Evet evet başlıktan da anlaşılacağı gibi baharla ilgili bir durum ama bu bahar sizin bildiğiniz baharlardan değil. Bu bahar benim gönlümün baharı. Zaten ben “geldi bahar ayları, gevşer gönül yayları” prensibine sahip biri değilim. Hiç öyle bahar geldi dur ben bir aşık olayım demem hoş kimsenin böyle dediğini sanmıyorum ama bahar aylarının gönül meselelerine yakınlığı da insanlar tarafından kabul edilmiş bir gerçek. Neyse işte ben öyle demem zaten diyemem de o evreyi geçeli bayağı oldu. Benim için kış aşık olmaya, sevmeye daha müsait. Düşünsenize yağmurda beraber yürümenin, sıcacık bir kahve içmenin daha da önemlisi havanın soğuğuna inat sevginin sıcaklığını hissetmenin yerini ne tutabilir? Tabi ki baharda da güzel gezilir, efendime söyleyeyim adalara gidilir, bisiklete binilir ama benim gibi soğuğu seven biri için diğerleri daha bir istenilesi. Bahar daha çok arkadaşlarla pikniğe gitmeli, doğa yürüyüşüne çıkmalı, daha bir kalabalıkların mevsimi gibi gelir bana. Size göre durum tam tersi olabilir zaten her mevsimin ayrı bir güzelliği var ama biz olsa olsa kış çifti oluruz birazcık zorlarsak da sonbahar. Biz… "



Biz demiş ve bırakmışım pek de uzak bir tarih olmadığından o günü de ne kadar mutlu olduğumu da en az sonrasında yazmayı düşündüklerimi hatırladığım kadar net hatırlıyorum. Tabi şimdilerde bu hatırlamaların pek de önemi yok çünkü mutluluğun yanı sıra epey hüzün yüklü. Hayatımın şu birkaç ay içerisinde ne derece yön değiştirdiğini gördükçe şaşırıyorum ama bu konuda ne desem eksik kalacağı için çok da bir şey diyemiyorum. Ne derler bilirsiniz herkes kendi seçtiği hayatı yaşıyor işte biz bazıları da başkalarının seçimlerinin sonuçlarını yaşıyoruz. Farkındayım biraz bölük pörçük bir yazı oldu sanki buradan bir yerlere varmam gerekiyormuş gibi hissediyorum ama kendi ekseninden bir nebze olsun uzaklaşamayan ben, hayatımın herhangi bir alanında bir yerlere varamadığım için muhtemelen bu satırlar da bir yere varamayacak. Öğrenilmiş çaresizlikten midir bilmem bir zaman sonra bir yere varma isteği de kalmıyor insanın içinde. Birtakım zorunlulukları yerine getirdikten sonrası boşluk oluyor, kendim için bir şey yapamıyorum sanki mutlu olurum da bir anda dünyanın sonu gelir gibi hissediyorum. Garip bir his, kim mutlu olmaktan kaçar hatta kendine mutluluğu yasaklar ki? Bunun için epey derin yaraları olmalı insanın hatta daha da kötüsü bekleyen bir anda açılan derin yaraları olmalı. İbrahim Tenekeci diyordu ya "Bazen olur: günler geçmez, sen günlerden geçersin." diye işte şimdilik durum böyle ama elbet günler de geçecek hem de yormadan, kırmadan hatta farkında bile olmadan mevzu ise o güne kadar sağlam kalabilmekte. Gelelim en sevdiğim kısma yani naçizane önerilerime;



-Kitap önerim kararsız kalmakla beraber hazır yaz gelmişken naif bir kitap olan "Kürşat Başar-Yaz"


-Şarkı önerim aklıma pek çok şey gelmesine rağmen çok sevdiğim birinin de tabiriyle "kaliteli" bir şarkı olan "Nilüfer- Seni Beklerim Öptüğün Yerde"

-Şiir önerim şüphesiz en kolay olanı, hiç düşünmeden söyleyebilirim ki "Didem Madak- Siz Aşktan N'anlarsınız Bayım?" 


-Dizi/ Film kısmı için önerim tabi ki "Lie To Me" dizisi, ben pek dizi takip edebilen biri değilim kolay sıkılırım ama bu dizi bitmesin diye izlemeye kıyamadığım bir dizidir.

Gelelim veda kısmına her ne kadar sonunu bağlamayı bir türlü beceremesem de yazarken bile geveze olup bir sürü farklı ve alakasız şey anlatsam da daha fazla sıkılmamanız adına burada bitiriyorum. Umarım hayatınızda her şey yolundadır ve hep olamasanız da çoğu zaman mutlu olursunuz. Unutmamamız gereken tek şey karşımızdakinin de bir kalbi ve duyguları olduğu gerçeği çünkü gerisi bir şekilde hallolur, sevgiyle kalın.



14 Şubat 2016 Pazar

Sevgililer Günü Münasebetiyle Yazılmış Münasebetsiz Bir Yazı

14 Şubat'ın son saatinden hepinize merhabalar. Yazıma hepinizin özellikle de kimseden bir kutlama mesajı bile almayanların sevgililer gününü kutlayarak başlamak istiyorum. Bugün de hiçbirimizin yalnızlığından bir şeyler eksilmedi hatta ne kadar kabul etmesek de romantik romantik takılan çiftlere imrenerek baktık. Doğrusunu söylemek gerekirse sevgililer günü konusunda uç fikirlere sahip değilim böyle fikirlere sahip olan insanları anlamıyorum yani ne sevgililer günü mutlaka kutlanmalı derim ne de saçma bir gün kutlamaya ne gerek var derim. Zaten saçma bulanların büyük bir kısmı yalnızdır diğer kısmı da alacak bir hediye bulamamıştır yoksa mutlu bir çiftin sevgililer günüyle ilgili yakınması tuhaf olur. Bir de yok sevgi bir güne mi sığarmış yok neden yılın o günü de başka bir günü değil gibi yakınmalar duyuyorum. Kendimizi kandırmayalım, ne önemi var? Zaten kolay kolay sevgisini dile döken, gösteren bir toplum değiliz sevgililer günü de bunun bahanesi olacaksa varsın olsun, birileri bu şekilde mutlu olsun.

Benim için sevgililer günündense -ki bence sevgililik çok sahte ve her an yıkılmaya hazır bir kurumdur- ilişkilerimizi, karşımızdakiyle olan uyumumuzu ve bir şeyler paylaşabilme durumumuzu tartışmak önemlidir. Tamam sevgiliyiz ya da konuşuyoruz her neyse ama bu insan benim gerçekten ruh eşim ya da benim daha çok sevdiğim tabirle suç ortağım mıdır? Öncelikle en önemli husus bu soruyu yalnızca kendimize, kalbimize sormamız gerektiğidir çünkü ne zaman başkaları olaya karışır bir anda her şey değişir. Mesela çok da olumlu düşüncelerinizin olmadığı birine arkadaş gazıyla ya da teşvikiyle mi demeliyim aşık olduğunuzu bile düşünebilirsiniz. O yüzden ben de size böyle böyleyseniz kesin birlikte olmalısınız ya da böyle böyleyseniz asla birlikte olamazsınız diyemem ama elbette bu konuda bazı kriterlerim var. İlk ve en önemlisi siz de arzu edersiniz ki "güven". Buradaki güven elbette sonsuz bir güven değil zaten böyle olduğu zaman kandırılma ihtimaliniz de epey yüksek ama her an ne olacak korkusuyla ya da başkasıyla arasında bir şey olmasından duyulan endişeyle bir ilişkinin yürüyeceğine inanmıyorum. Sürekli acaba demenize neden olan durumlar varsa güveninizi sarsacak olaylar da vardır ya da olacaktır. Tabi ki hepsi sizin kuruntularınız ya da kıskançlıklarınızdan da kaynaklanıyor olabilir bu durumda yapabilecek en önemli şey "paylaşmak"tır. Yaşadığım ilişkide bir şeyleri ne kadar rahat paylaşabiliyorsam o kadar rahat mutlu olacağıma inanıyorum. Bence bir insan sevgisini başta olmak üzere, kıskançlığını, şüphelerini, üzüntülerini istediği her şeyi karşı tarafa rahatça söyleyebilmelidir zaten durum böyle olursa mutluluklar artar, sorunlar da azalır diye düşünüyorum. Paylaşmak için de aynı dili konuşabilmek önemli. Bazen siz ne kadar anlatırsanız anlatın, ne söylerseniz söyleyin karşınızdaki kişi kırılmaz ön yargıları ve hiçbir şey kabul etmez tutumuyla sizi bezdirecektir. Kendinizi böyle bir kişinin karşısına koyun ve emin olun büyük bir çaresizlik de promosyon olarak gelecektir, kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma olayından yola çıkarak siz siz olun ama asla böyle olmayın. Özellikle de sevdiğiniz insanlara karşı ön yargı ve ithamlardansa anlayış ve empatiyle yaklaşın.

Benim bir diğer kriterim ise "aynı olmaktan ziyade uyumlu olmak"tır. Örneğin baştan aşağı simsiyah giyindiğinizi düşünün. Üstünüzdeki her şey siyahın farklı bir tonundan olsun. Biri daha parlakken biri daha soluk bence bu çirkin bir görüntü oluşturacaktır. Aynı durum ilişkiler için de geçerlidir çünkü kıyafetlerde bile aynı tonu bulmak zorken sizin aynınız olan birini bulmanız neredeyse imkansız. Her şeyinizi aynı yapmaya, aynı göstermeye, sürekli ortak nokta bulmaya çalışarak da siyahları uydurmaya çalışıyoruz ve bu işin sonunda o parlak olan siyahın rengi solabilir. Bir de siyah ve beyaz giyindiğinizi düşünelim burada zıtlık maksadı taşımıyorum beyaz yerine başka bir renk de olabilir böyle bir durumda siyahın ya da beyazın tonu ne olursa olsun uyumlu olma olasılıkları daha yüksektir. Çünkü ne kadar aynı olunursa bu bir süre sonra sıkıcılığı da beraberinde getirecektir. Uyumlu olmaya çalışırken tamamen zıtlaşmak da mümkün elbette ama bu uyum sağlama çabası da bizim o ilişkiye vereceğimiz emek olur ve büyükler ne der bilirsiniz "emeksiz yemek olmaz".

Buraya yazılabilecek, üzerine konuşulabilecek pek çok konu olsa da bazen sadece "kısmet" deyiveriyoruz. Bazen her şey mükemmelken olmuyor bazen bir sürü soruna rağmen devam ediyor. Bana gelecek olursak ben bekliyorum. Neyi olduğunun önemi yok belki doğru insanı belki de doğru zamanı ama bekliyorum. Son söylemek istediğim şey ise "insanları değiştirmeye çalışmayın". Kimseyi değiştirebileceğinize bile inanmayın belki bir huy bir davranış değişebilir ama kimseyi tamamen değiştiremezsiniz. Bana kalırsa kendinizi de değiştirmeyin ama eğer gerçekten seviyorsanız zaten değişmeye başlayacaksınız. Gerçek aşkı bulabilmeniz dileklerimle.

25 Ocak 2016 Pazartesi

Kardelen Yalnızlığı

Bir kardelen yalnızlığı yaşıyorum bu aralar. Nasıl mı oluyor bu kardelen yalnızlığı? Bir rivayete göre birbirini çok seven iki çiçek varmış. Bu çiçekler kışın karın altında birbirlerini özleyip bahar geldiğinde hasret giderirmiş fakat baharda tüm çiçekler birlikte açtığı için sevgilerini yeterince yaşayamazlarmış. Çiçeklerden biri diğerine bir sonraki baharda açmamayı soğukta tüm çiçekler kar altındayken açmayı teklif etmiş. Diğer çiçek de bu teklifi memnuniyetle kabul etmiş. Gel zaman git zaman kış gelmiş ve sevgilisine kavuşma hayalleri ile yerinde duramayan çiçek, kışın ortasında karların her yeri kalın bir örtü gibi kapladığı bir gün toprağı delerek yeryüzüne çıkmış. Bembeyaz karların içinde sevgilisini kolayca bulacağını düşünmüş fakat ne kadar bakınırsa bakınsın karın üstünde kendinden başka çiçek bulamamış. Umudunu yitirmeden bekleyen çiçek bir süre sonra üzüntüsünden boynunu eğmiş ve şiddetli soğuk altında sevgilisini öylece beklemeye devam etmiş. O günden bu yana da her kış karların altından çıkarak bir türlü gelmeyen sevgilisini beklemiş. Aşkı için her kış dondurucu soğuğa rağmen karların üstünde açan, doğaya meydan okuyan bu çiçeğe kardelen ve ona söz verdiği halde bir türlü gelmeyen sevgilisine de hercai adı verilmiş. Bu klasik hikayeyi herkes bilir herhalde. Bir kardelenin yaşadığını yaşayıp bir hercai ile uğraşmak ne demek iyi bilirim. Bir kardelen ne hisseder siz de bunu bilin isterim. Önce kızar gözünü kulağını kapatır hercainin kimliğine sanki onu tanımıyormuşcasına davranır. Davranır davranmasına da sonra derin bir pişmanlık takip eder bu durumu, kırıldığını ama boş yere de kırdığını fark eder. Tüm kırıkların üstüne bir de bu pişmanlık zor gelir işte sonrası da bolca gözyaşı. Bunları neden anlatıyorum biliyor musunuz? Çünkü anlatmadığım, bendeki hercaiye ulaşmadığım her an tükeniyorum. Normal bir günde tartışılmaz hatta belki konuşulmaya bile değmez yaşanılanlar ama kızdım hem de çok kızdım. Niyetim kötü değildi en çok da kendini bu denli yoksaymasına kızdım ama bana yakışmadı. Çünkü hercainin karın üstüne çıkamamasının kendini gösterememesinin bir sebebi vardı ben de bunu yok saydım ya da öyle göründü bilemiyorum. Deva olmak isterken konunun muhatabı bile olamamak dokundu belki de. Korkma diyemedim, moral veremedim, yanında olamadım hoş uzaktaki bir insana ne kadar yanındayım deseniz de tesiri olmaz. Gönülleriniz bir olsa da dünya gözüyle görmek, hissetmek ister ama bazen şartlar böyle gerektirir en yakınken en uzak oluverirsiniz. 

Dönüp bakıyorum da yazdıklarıma haksızlık ediyormuşum gibi geliyor. Bakmayın böyle anlattığıma kendi kötüyken bile başkalarını düşünen yüreği geniş biridir. Benim yanlış tavrıma rağmen "Kızmış olarak gitme benden cancağızım." diyebilen biri. Ben olsam diyemezdim ben ne derdindeyim o ne derdinde diye düşünürdüm. Hataları var, hatalarım var ama bundan daha önemli efsunlu bir şeyler var. Büyük ihtimalle anlatamam ya da ben anlatsam da siz anlamazsınız hatta o bile anlamaz. Çünkü bunu yaşayan bir ben varım ve yaşadığın şey ne olursa olsun tek başına yaşamak zordur. Kimseye kızamazsın, kimseye küsemezsin çünkü hakkın yoktur böyle bir şeye sonra kendine kızar belki de hayata küsersin.

Biliyorum yine konuyu çok dağıttım hatta kafanızı karıştırdım ama zaten benim kafam da yeterince karışık değil mi? Söylemek istediğim şey şu: "Hatalıyım ve farkındayım ama bunu düzeltecek zamanım yok." Ben inanıyorum ki bu zamanlar da geçecek ve biz yine bize kalan olacağız. Dualarım, kalbim, aklım tüm benliğim onunla ve o olmadan ben hayatıma kaldığım yerden devam edemem. Henüz o kadar güçlü değilim olacağımı da sanmıyorum. Niyetim size ya da bir başkasına bir şeyleri kanıtlamak değil ama sesimi duyması gereken biri var, duymasını umuyorum. 

Son olarak bu kadar hercai demişken dinlemeden olmaz diyerek günün şarkısını "Çelik-Hercai" ilan ediyorum. Sevgiyle kalın, aşkta vefasız yani hercai olmayın.



8 Aralık 2015 Salı

Zarif Hanımlara ve Beylere

Selam! Uzun bir aradan sonra yine sizlerleyim. Beni özlemiş olmalısınız, özlemediyseniz de beni özlediğinizi varsayacağım. Ne kadar da sendromlu bir salı günü. Bugünün en sevmediğim yanı hiç şüphesiz sosyoloji dersimin olması bakın bu sebep tüm günü negatif bir enerjiyle geçirmem için gayet uygun. Acaba sizin hangi dersiniz ya da dersleriniz var? Okul yorucu mu, arkadaşlarınız sıkıcı mı, hocalarınız gıcık mı? Hiç dert etmeyin hepsi hepimizde mevcut özellikle de bende. Bende de mevcut olmayan şeyler var tabi, huzur gibi mesela. Peki bu sizde mevcut mu? Umarım öyledir. Bazı kararlar aldım bunların başında da bir şeyleri aramaktan ve kovalamaktan vazgeçmek var. Durun canım yanlış anladınız pes etmiyorum sadece bazı şeyleri kendimde aramaya karar verdim. Huzur bende, sevgi bende, mutluluk bende. Tabi ki bana bunlarla gelenlere kapım her zaman açık ama üzgünüm artık kapınızı çalmayacağım. Tamam tamam çok gerçekçi olmadı şuraya köşeye "birkaç kişi hariç" ibaremi ekleyeyim. Başarılı olamazsın diyenleri de şöyle kenara alayım yanlarına bir de kendimi koyayım. İnanın benim için gerçekten zor şeyler ama denemeye değer şeyler.

Daha daha ne var ne yok diyecek olursanız pek bir değişiklik yok. Bazen sıkıcı olsa da rahatlatıcı bir rutinle devam ediyorum. Eskiden gözüme korkutucu görünse de aşinalık, tahmin edilebilirlik ve rutin gibi kelimelerin içlerinde bir parça da olsa huzuru barındırdığını öğrendim. Hiç değişiklik yapmayacak mıyız saçmalama demeyin tabi ki değişiklik yapalım ama öyle köklü değişiklikleri kabullenebilecek bir ben yok artık. Bugünün değişikliğini önerilerimi dikkate alarak yapabilirsiniz. Öncelikle linkteki şarkıyı dinleyerek başlayın ben çok severim bu aralar da ayrı bir ilgim var, kendisi ilk Türk tangosu olur:
https://www.youtube.com/watch?v=q1Ynky_Esz8

Dilek Türkan'ın huzur verici sesini hissettiniz umarım ama bilen bilir şarkının bir de Kargo versiyonu var ve ben onu hiç sevmem o kadar da değişikliğe gerek yok. Gelelim bir diğer öneriye bu da bir kitap önerisi olsun: "Stefan Zweig - Satranç" Yakın bir zamanda okudum hap gibi bir kitap, gerçekten okuyanlar haklı bir solukta bitiyor. Kafkaokur'un son sayısında Tomris Uyar'ın olduğunu hatırlatmadan geçmek istemem. Bunlar benim naçizane birkaç önerimdi ciddiye alacak arkadaşlara şimdiden teşekkür ediyorum. Unutmadan, Lûgat365'te günün kelimesi "zarif". O yüzden kendinize iyi bakın zarif hanımlar ve beyler, bana iyi dersler size de artık neyin iyi geçmesini istiyorsanız onun iyi olmasını dilerim.

2 Eylül 2015 Çarşamba

Eylülün Çağrısı


Eylülün gelişinden midir nedir bilmem bu gece gökyüzü ayrı bir güzel gözüktü gözüme. Balkonda oturmuş kahvemi yudumlarken gökyüzü hayallerime sahne oluyor. Her zamankinden daha berrak, kadrajım bir sürü yıldızla dolu. Hepsi göz kırpıyor, bir şeyler anlatıyor sanki. Benim için yıldızların önemi büyüktür hani aşkı kalpmiş sonsuzluk işaretiymiş gibi metaforlaştırdığımız şeyler var ya ben bir şey seçecek olsam bu kesinlikle yıldız olurdu. Nedendir bilmem ama yıldızlar bana güç veriyor ve birden size yazma isteğiyle dolup taşıyorum. Tabi ki bu güzel davete hayır diyemiyorum hem de taslaklarda tamamlanmayı ya da sadece kontrol edilmeyi bekleyen yazılarıma inat. Eylülün çağrısı bu. Sıcak yaz günlerinden sonra havanın yavaş yavaş serinleyecek olması hepimiz için çok sevindirici. Eylül her şeyin ortası ne sıcak ne soğuk o yüzden bence tam gezilecek mevsim ama malum okullar da bu ay açılıyor. Çoğu öğrenci için bu kötü bir haber olsa da biz evde oturup bir şey yapmayanlar için hayatımızın monotonluktan kurtuluşu. Sırf sıkıcı yazı bitirip okula kavuşturduğu için bile sevebilirim eylülü ama hiç şüphesiz eylül için bu kadar cömert davranmamın en büyük sebebi bu ayda doğmuş olmam. Neyse söylemek istediğim çok bir şey yok sadece çağrıya kulak verdim ve kendimi hatırlatmak istedim. Gününüz dününüzden güzel olsun, sevgiyle kalın.