15 Haziran 2016 Çarşamba

Ortaya Karışık

"En son ne zaman birini çok özlediniz ya da hala özlediğiniz biri var mı? Hani böyle her nefes alışında şurasına bir şey takılır da kalır insanın, gözleri dalıp dalıp uzaklara gider de kalbi dart tahtası misali delik deşik olur işte öyle bir özlemekten bahsediyorum. Bu da bir şey mi daha fenası var diyene saygım sonsuz ama biz şimdilik bu kadarıyla idare edelim. Çok özlüyoruz ama hep özleyen olup hiç özlenen olamamaktan da epey şikayet ediyoruz, gerçekten öyle mi bilmem ama bu da bir çeşit karşılık beklentisi işte. Sevgi için de böyle değil mi ki? Bize göre hep biz seviyoruz ama hiç sevilen olmuyoruz, yani karşılığını almıyoruz. Tamamen depresyonu tetikleyen hastalıklı bir düşünce. Öncelikle sorun birilerinin bizi sevdiğini ya da özlediğini ifade etmemesi değil sorun bunun beklediğimiz kişiler tarafından gerçekleştirilmemesi. Oysa bazı şeyler karşılığı olmadığında güzel yani hissedilen en güzel duygular en karşılıksız olanlar bana göre çünkü karşılığı olmadığı halde devam etmesi bir çeşit gerçekliğinin ispatı değil midir? Karşılıklılığının yanı sıra bir de bunu dile dökme, itiraf edebilme durumu var bunu yapabilen insanlarsa bana göre cesur ve özgür olanlar. Diğer grup da karşılık alamayacağından ya da zaten almak istemediğinden duygularını hiç söze dök(e)meyenler. Dile dökülenler ve dökülmeyenler bunlar bilinenler ama bir konu daha var ki belki de bu en önemlisi; "elimizde olduğu halde dile dökmeye gerek görmediklerimiz." Durum sevdiğini, özlediğini söylemekten de öte. Öyle bir hale geldik ki hal hatır sormak bile gereksizmiş gibi düşünülmeye başlandı. Bir günaydın demek, bir şeyler için teşekkür etmek, nasılsın diye sormak ne zamandan beri bu kadar zor? Bunlar bile zor bir hale gelip kolay kolay bulunmazken asıl zor olan bu basit şeyleri bile dile dökemeyen insanlardan sevgilerini dile dökmelerini beklemek. Aslında hepsi bir çeşit döngü bizim sorunumuzsa en alttan başlamak yerine en üstten başlamaya çalışmak bu sebeple hiç başlayamamak. Bu kız yine kimden ne bekliyor, kime mesaj vermeye çalışıyor demeyin elbette hepimizin beklediği şeyler var ama şu an insanların birbirini önemsemesini bekliyorum. Hızlı hızlı yürürken birbirlerine çarpan insanlardan ufak bir özür cümlesi, her sabah birbirini gördüğü halde hiç konuşmayan insanlardan bir günaydını bekliyorum zaten bu aşamayı geçtikten sonra da duygularımızı kendiliğinden ifade etmeye başlayacağız ve döngü kendini tamamlayacak. Dilerim bir yerden başlar ve duygularınızı içinizde saklamaktansa uygun bir şekilde ifade etmeyi alışkanlık haline getirirsiniz çünkü bana göre bu özgürlüğün ta kendisidir."


Değerli okuyucum yazının bundan önceki kısmı aylar aylar önce yazılıp da taslaklara kaydedilmiş sonra da unutulup bir son bile yazılmamış bir parçadan ibaret. Kim bilir niye neye sinirliydim, kimi özlemiş de bir selamına uzakmışım bu yazdıklarım devası olur diye düşünmüşüm sanırım bunu az çok tahmin edebiliyorsunuzdur ama kim olduğu çok da önemli değil önemli olan benim bunları hissetmiş olmam hatta belki de hala hissediyor olmam. Bu kadar yoğun duygular hissetmek hoş olduğu kadar da zor bir durum bu sebeple arada böyle serzenişlere sebep olabiliyor. Yazının bundan sonraki kısmına da bir geri dönüş ekliyorum açıklaması da hemen altında olacak:



"Bu güzel nisan akşamından hem de bir de güzel mi güzel sendromu geçmiş pazartesi akşamından hepinize merhabalar değerli okuyucularım. Baktım size seslenmeyeli epey olmuş, koştum geldim. İyisinizdir inşallah zira ben pek bir iyiyim. Evet evet başlıktan da anlaşılacağı gibi baharla ilgili bir durum ama bu bahar sizin bildiğiniz baharlardan değil. Bu bahar benim gönlümün baharı. Zaten ben “geldi bahar ayları, gevşer gönül yayları” prensibine sahip biri değilim. Hiç öyle bahar geldi dur ben bir aşık olayım demem hoş kimsenin böyle dediğini sanmıyorum ama bahar aylarının gönül meselelerine yakınlığı da insanlar tarafından kabul edilmiş bir gerçek. Neyse işte ben öyle demem zaten diyemem de o evreyi geçeli bayağı oldu. Benim için kış aşık olmaya, sevmeye daha müsait. Düşünsenize yağmurda beraber yürümenin, sıcacık bir kahve içmenin daha da önemlisi havanın soğuğuna inat sevginin sıcaklığını hissetmenin yerini ne tutabilir? Tabi ki baharda da güzel gezilir, efendime söyleyeyim adalara gidilir, bisiklete binilir ama benim gibi soğuğu seven biri için diğerleri daha bir istenilesi. Bahar daha çok arkadaşlarla pikniğe gitmeli, doğa yürüyüşüne çıkmalı, daha bir kalabalıkların mevsimi gibi gelir bana. Size göre durum tam tersi olabilir zaten her mevsimin ayrı bir güzelliği var ama biz olsa olsa kış çifti oluruz birazcık zorlarsak da sonbahar. Biz… "



Biz demiş ve bırakmışım pek de uzak bir tarih olmadığından o günü de ne kadar mutlu olduğumu da en az sonrasında yazmayı düşündüklerimi hatırladığım kadar net hatırlıyorum. Tabi şimdilerde bu hatırlamaların pek de önemi yok çünkü mutluluğun yanı sıra epey hüzün yüklü. Hayatımın şu birkaç ay içerisinde ne derece yön değiştirdiğini gördükçe şaşırıyorum ama bu konuda ne desem eksik kalacağı için çok da bir şey diyemiyorum. Ne derler bilirsiniz herkes kendi seçtiği hayatı yaşıyor işte biz bazıları da başkalarının seçimlerinin sonuçlarını yaşıyoruz. Farkındayım biraz bölük pörçük bir yazı oldu sanki buradan bir yerlere varmam gerekiyormuş gibi hissediyorum ama kendi ekseninden bir nebze olsun uzaklaşamayan ben, hayatımın herhangi bir alanında bir yerlere varamadığım için muhtemelen bu satırlar da bir yere varamayacak. Öğrenilmiş çaresizlikten midir bilmem bir zaman sonra bir yere varma isteği de kalmıyor insanın içinde. Birtakım zorunlulukları yerine getirdikten sonrası boşluk oluyor, kendim için bir şey yapamıyorum sanki mutlu olurum da bir anda dünyanın sonu gelir gibi hissediyorum. Garip bir his, kim mutlu olmaktan kaçar hatta kendine mutluluğu yasaklar ki? Bunun için epey derin yaraları olmalı insanın hatta daha da kötüsü bekleyen bir anda açılan derin yaraları olmalı. İbrahim Tenekeci diyordu ya "Bazen olur: günler geçmez, sen günlerden geçersin." diye işte şimdilik durum böyle ama elbet günler de geçecek hem de yormadan, kırmadan hatta farkında bile olmadan mevzu ise o güne kadar sağlam kalabilmekte. Gelelim en sevdiğim kısma yani naçizane önerilerime;



-Kitap önerim kararsız kalmakla beraber hazır yaz gelmişken naif bir kitap olan "Kürşat Başar-Yaz"


-Şarkı önerim aklıma pek çok şey gelmesine rağmen çok sevdiğim birinin de tabiriyle "kaliteli" bir şarkı olan "Nilüfer- Seni Beklerim Öptüğün Yerde"

-Şiir önerim şüphesiz en kolay olanı, hiç düşünmeden söyleyebilirim ki "Didem Madak- Siz Aşktan N'anlarsınız Bayım?" 


-Dizi/ Film kısmı için önerim tabi ki "Lie To Me" dizisi, ben pek dizi takip edebilen biri değilim kolay sıkılırım ama bu dizi bitmesin diye izlemeye kıyamadığım bir dizidir.

Gelelim veda kısmına her ne kadar sonunu bağlamayı bir türlü beceremesem de yazarken bile geveze olup bir sürü farklı ve alakasız şey anlatsam da daha fazla sıkılmamanız adına burada bitiriyorum. Umarım hayatınızda her şey yolundadır ve hep olamasanız da çoğu zaman mutlu olursunuz. Unutmamamız gereken tek şey karşımızdakinin de bir kalbi ve duyguları olduğu gerçeği çünkü gerisi bir şekilde hallolur, sevgiyle kalın.



14 Şubat 2016 Pazar

Sevgililer Günü Münasebetiyle Yazılmış Münasebetsiz Bir Yazı

14 Şubat'ın son saatinden hepinize merhabalar. Yazıma hepinizin özellikle de kimseden bir kutlama mesajı bile almayanların sevgililer gününü kutlayarak başlamak istiyorum. Bugün de hiçbirimizin yalnızlığından bir şeyler eksilmedi hatta ne kadar kabul etmesek de romantik romantik takılan çiftlere imrenerek baktık. Doğrusunu söylemek gerekirse sevgililer günü konusunda uç fikirlere sahip değilim böyle fikirlere sahip olan insanları anlamıyorum yani ne sevgililer günü mutlaka kutlanmalı derim ne de saçma bir gün kutlamaya ne gerek var derim. Zaten saçma bulanların büyük bir kısmı yalnızdır diğer kısmı da alacak bir hediye bulamamıştır yoksa mutlu bir çiftin sevgililer günüyle ilgili yakınması tuhaf olur. Bir de yok sevgi bir güne mi sığarmış yok neden yılın o günü de başka bir günü değil gibi yakınmalar duyuyorum. Kendimizi kandırmayalım, ne önemi var? Zaten kolay kolay sevgisini dile döken, gösteren bir toplum değiliz sevgililer günü de bunun bahanesi olacaksa varsın olsun, birileri bu şekilde mutlu olsun.

Benim için sevgililer günündense -ki bence sevgililik çok sahte ve her an yıkılmaya hazır bir kurumdur- ilişkilerimizi, karşımızdakiyle olan uyumumuzu ve bir şeyler paylaşabilme durumumuzu tartışmak önemlidir. Tamam sevgiliyiz ya da konuşuyoruz her neyse ama bu insan benim gerçekten ruh eşim ya da benim daha çok sevdiğim tabirle suç ortağım mıdır? Öncelikle en önemli husus bu soruyu yalnızca kendimize, kalbimize sormamız gerektiğidir çünkü ne zaman başkaları olaya karışır bir anda her şey değişir. Mesela çok da olumlu düşüncelerinizin olmadığı birine arkadaş gazıyla ya da teşvikiyle mi demeliyim aşık olduğunuzu bile düşünebilirsiniz. O yüzden ben de size böyle böyleyseniz kesin birlikte olmalısınız ya da böyle böyleyseniz asla birlikte olamazsınız diyemem ama elbette bu konuda bazı kriterlerim var. İlk ve en önemlisi siz de arzu edersiniz ki "güven". Buradaki güven elbette sonsuz bir güven değil zaten böyle olduğu zaman kandırılma ihtimaliniz de epey yüksek ama her an ne olacak korkusuyla ya da başkasıyla arasında bir şey olmasından duyulan endişeyle bir ilişkinin yürüyeceğine inanmıyorum. Sürekli acaba demenize neden olan durumlar varsa güveninizi sarsacak olaylar da vardır ya da olacaktır. Tabi ki hepsi sizin kuruntularınız ya da kıskançlıklarınızdan da kaynaklanıyor olabilir bu durumda yapabilecek en önemli şey "paylaşmak"tır. Yaşadığım ilişkide bir şeyleri ne kadar rahat paylaşabiliyorsam o kadar rahat mutlu olacağıma inanıyorum. Bence bir insan sevgisini başta olmak üzere, kıskançlığını, şüphelerini, üzüntülerini istediği her şeyi karşı tarafa rahatça söyleyebilmelidir zaten durum böyle olursa mutluluklar artar, sorunlar da azalır diye düşünüyorum. Paylaşmak için de aynı dili konuşabilmek önemli. Bazen siz ne kadar anlatırsanız anlatın, ne söylerseniz söyleyin karşınızdaki kişi kırılmaz ön yargıları ve hiçbir şey kabul etmez tutumuyla sizi bezdirecektir. Kendinizi böyle bir kişinin karşısına koyun ve emin olun büyük bir çaresizlik de promosyon olarak gelecektir, kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma olayından yola çıkarak siz siz olun ama asla böyle olmayın. Özellikle de sevdiğiniz insanlara karşı ön yargı ve ithamlardansa anlayış ve empatiyle yaklaşın.

Benim bir diğer kriterim ise "aynı olmaktan ziyade uyumlu olmak"tır. Örneğin baştan aşağı simsiyah giyindiğinizi düşünün. Üstünüzdeki her şey siyahın farklı bir tonundan olsun. Biri daha parlakken biri daha soluk bence bu çirkin bir görüntü oluşturacaktır. Aynı durum ilişkiler için de geçerlidir çünkü kıyafetlerde bile aynı tonu bulmak zorken sizin aynınız olan birini bulmanız neredeyse imkansız. Her şeyinizi aynı yapmaya, aynı göstermeye, sürekli ortak nokta bulmaya çalışarak da siyahları uydurmaya çalışıyoruz ve bu işin sonunda o parlak olan siyahın rengi solabilir. Bir de siyah ve beyaz giyindiğinizi düşünelim burada zıtlık maksadı taşımıyorum beyaz yerine başka bir renk de olabilir böyle bir durumda siyahın ya da beyazın tonu ne olursa olsun uyumlu olma olasılıkları daha yüksektir. Çünkü ne kadar aynı olunursa bu bir süre sonra sıkıcılığı da beraberinde getirecektir. Uyumlu olmaya çalışırken tamamen zıtlaşmak da mümkün elbette ama bu uyum sağlama çabası da bizim o ilişkiye vereceğimiz emek olur ve büyükler ne der bilirsiniz "emeksiz yemek olmaz".

Buraya yazılabilecek, üzerine konuşulabilecek pek çok konu olsa da bazen sadece "kısmet" deyiveriyoruz. Bazen her şey mükemmelken olmuyor bazen bir sürü soruna rağmen devam ediyor. Bana gelecek olursak ben bekliyorum. Neyi olduğunun önemi yok belki doğru insanı belki de doğru zamanı ama bekliyorum. Son söylemek istediğim şey ise "insanları değiştirmeye çalışmayın". Kimseyi değiştirebileceğinize bile inanmayın belki bir huy bir davranış değişebilir ama kimseyi tamamen değiştiremezsiniz. Bana kalırsa kendinizi de değiştirmeyin ama eğer gerçekten seviyorsanız zaten değişmeye başlayacaksınız. Gerçek aşkı bulabilmeniz dileklerimle.

25 Ocak 2016 Pazartesi

Kardelen Yalnızlığı

Bir kardelen yalnızlığı yaşıyorum bu aralar. Nasıl mı oluyor bu kardelen yalnızlığı? Bir rivayete göre birbirini çok seven iki çiçek varmış. Bu çiçekler kışın karın altında birbirlerini özleyip bahar geldiğinde hasret giderirmiş fakat baharda tüm çiçekler birlikte açtığı için sevgilerini yeterince yaşayamazlarmış. Çiçeklerden biri diğerine bir sonraki baharda açmamayı soğukta tüm çiçekler kar altındayken açmayı teklif etmiş. Diğer çiçek de bu teklifi memnuniyetle kabul etmiş. Gel zaman git zaman kış gelmiş ve sevgilisine kavuşma hayalleri ile yerinde duramayan çiçek, kışın ortasında karların her yeri kalın bir örtü gibi kapladığı bir gün toprağı delerek yeryüzüne çıkmış. Bembeyaz karların içinde sevgilisini kolayca bulacağını düşünmüş fakat ne kadar bakınırsa bakınsın karın üstünde kendinden başka çiçek bulamamış. Umudunu yitirmeden bekleyen çiçek bir süre sonra üzüntüsünden boynunu eğmiş ve şiddetli soğuk altında sevgilisini öylece beklemeye devam etmiş. O günden bu yana da her kış karların altından çıkarak bir türlü gelmeyen sevgilisini beklemiş. Aşkı için her kış dondurucu soğuğa rağmen karların üstünde açan, doğaya meydan okuyan bu çiçeğe kardelen ve ona söz verdiği halde bir türlü gelmeyen sevgilisine de hercai adı verilmiş. Bu klasik hikayeyi herkes bilir herhalde. Bir kardelenin yaşadığını yaşayıp bir hercai ile uğraşmak ne demek iyi bilirim. Bir kardelen ne hisseder siz de bunu bilin isterim. Önce kızar gözünü kulağını kapatır hercainin kimliğine sanki onu tanımıyormuşcasına davranır. Davranır davranmasına da sonra derin bir pişmanlık takip eder bu durumu, kırıldığını ama boş yere de kırdığını fark eder. Tüm kırıkların üstüne bir de bu pişmanlık zor gelir işte sonrası da bolca gözyaşı. Bunları neden anlatıyorum biliyor musunuz? Çünkü anlatmadığım, bendeki hercaiye ulaşmadığım her an tükeniyorum. Normal bir günde tartışılmaz hatta belki konuşulmaya bile değmez yaşanılanlar ama kızdım hem de çok kızdım. Niyetim kötü değildi en çok da kendini bu denli yoksaymasına kızdım ama bana yakışmadı. Çünkü hercainin karın üstüne çıkamamasının kendini gösterememesinin bir sebebi vardı ben de bunu yok saydım ya da öyle göründü bilemiyorum. Deva olmak isterken konunun muhatabı bile olamamak dokundu belki de. Korkma diyemedim, moral veremedim, yanında olamadım hoş uzaktaki bir insana ne kadar yanındayım deseniz de tesiri olmaz. Gönülleriniz bir olsa da dünya gözüyle görmek, hissetmek ister ama bazen şartlar böyle gerektirir en yakınken en uzak oluverirsiniz. 

Dönüp bakıyorum da yazdıklarıma haksızlık ediyormuşum gibi geliyor. Bakmayın böyle anlattığıma kendi kötüyken bile başkalarını düşünen yüreği geniş biridir. Benim yanlış tavrıma rağmen "Kızmış olarak gitme benden cancağızım." diyebilen biri. Ben olsam diyemezdim ben ne derdindeyim o ne derdinde diye düşünürdüm. Hataları var, hatalarım var ama bundan daha önemli efsunlu bir şeyler var. Büyük ihtimalle anlatamam ya da ben anlatsam da siz anlamazsınız hatta o bile anlamaz. Çünkü bunu yaşayan bir ben varım ve yaşadığın şey ne olursa olsun tek başına yaşamak zordur. Kimseye kızamazsın, kimseye küsemezsin çünkü hakkın yoktur böyle bir şeye sonra kendine kızar belki de hayata küsersin.

Biliyorum yine konuyu çok dağıttım hatta kafanızı karıştırdım ama zaten benim kafam da yeterince karışık değil mi? Söylemek istediğim şey şu: "Hatalıyım ve farkındayım ama bunu düzeltecek zamanım yok." Ben inanıyorum ki bu zamanlar da geçecek ve biz yine bize kalan olacağız. Dualarım, kalbim, aklım tüm benliğim onunla ve o olmadan ben hayatıma kaldığım yerden devam edemem. Henüz o kadar güçlü değilim olacağımı da sanmıyorum. Niyetim size ya da bir başkasına bir şeyleri kanıtlamak değil ama sesimi duyması gereken biri var, duymasını umuyorum. 

Son olarak bu kadar hercai demişken dinlemeden olmaz diyerek günün şarkısını "Çelik-Hercai" ilan ediyorum. Sevgiyle kalın, aşkta vefasız yani hercai olmayın.