8 Aralık 2015 Salı

Zarif Hanımlara ve Beylere

Selam! Uzun bir aradan sonra yine sizlerleyim. Beni özlemiş olmalısınız, özlemediyseniz de beni özlediğinizi varsayacağım. Ne kadar da sendromlu bir salı günü. Bugünün en sevmediğim yanı hiç şüphesiz sosyoloji dersimin olması bakın bu sebep tüm günü negatif bir enerjiyle geçirmem için gayet uygun. Acaba sizin hangi dersiniz ya da dersleriniz var? Okul yorucu mu, arkadaşlarınız sıkıcı mı, hocalarınız gıcık mı? Hiç dert etmeyin hepsi hepimizde mevcut özellikle de bende. Bende de mevcut olmayan şeyler var tabi, huzur gibi mesela. Peki bu sizde mevcut mu? Umarım öyledir. Bazı kararlar aldım bunların başında da bir şeyleri aramaktan ve kovalamaktan vazgeçmek var. Durun canım yanlış anladınız pes etmiyorum sadece bazı şeyleri kendimde aramaya karar verdim. Huzur bende, sevgi bende, mutluluk bende. Tabi ki bana bunlarla gelenlere kapım her zaman açık ama üzgünüm artık kapınızı çalmayacağım. Tamam tamam çok gerçekçi olmadı şuraya köşeye "birkaç kişi hariç" ibaremi ekleyeyim. Başarılı olamazsın diyenleri de şöyle kenara alayım yanlarına bir de kendimi koyayım. İnanın benim için gerçekten zor şeyler ama denemeye değer şeyler.

Daha daha ne var ne yok diyecek olursanız pek bir değişiklik yok. Bazen sıkıcı olsa da rahatlatıcı bir rutinle devam ediyorum. Eskiden gözüme korkutucu görünse de aşinalık, tahmin edilebilirlik ve rutin gibi kelimelerin içlerinde bir parça da olsa huzuru barındırdığını öğrendim. Hiç değişiklik yapmayacak mıyız saçmalama demeyin tabi ki değişiklik yapalım ama öyle köklü değişiklikleri kabullenebilecek bir ben yok artık. Bugünün değişikliğini önerilerimi dikkate alarak yapabilirsiniz. Öncelikle linkteki şarkıyı dinleyerek başlayın ben çok severim bu aralar da ayrı bir ilgim var, kendisi ilk Türk tangosu olur:
https://www.youtube.com/watch?v=q1Ynky_Esz8

Dilek Türkan'ın huzur verici sesini hissettiniz umarım ama bilen bilir şarkının bir de Kargo versiyonu var ve ben onu hiç sevmem o kadar da değişikliğe gerek yok. Gelelim bir diğer öneriye bu da bir kitap önerisi olsun: "Stefan Zweig - Satranç" Yakın bir zamanda okudum hap gibi bir kitap, gerçekten okuyanlar haklı bir solukta bitiyor. Kafkaokur'un son sayısında Tomris Uyar'ın olduğunu hatırlatmadan geçmek istemem. Bunlar benim naçizane birkaç önerimdi ciddiye alacak arkadaşlara şimdiden teşekkür ediyorum. Unutmadan, Lûgat365'te günün kelimesi "zarif". O yüzden kendinize iyi bakın zarif hanımlar ve beyler, bana iyi dersler size de artık neyin iyi geçmesini istiyorsanız onun iyi olmasını dilerim.

2 Eylül 2015 Çarşamba

Eylülün Çağrısı


Eylülün gelişinden midir nedir bilmem bu gece gökyüzü ayrı bir güzel gözüktü gözüme. Balkonda oturmuş kahvemi yudumlarken gökyüzü hayallerime sahne oluyor. Her zamankinden daha berrak, kadrajım bir sürü yıldızla dolu. Hepsi göz kırpıyor, bir şeyler anlatıyor sanki. Benim için yıldızların önemi büyüktür hani aşkı kalpmiş sonsuzluk işaretiymiş gibi metaforlaştırdığımız şeyler var ya ben bir şey seçecek olsam bu kesinlikle yıldız olurdu. Nedendir bilmem ama yıldızlar bana güç veriyor ve birden size yazma isteğiyle dolup taşıyorum. Tabi ki bu güzel davete hayır diyemiyorum hem de taslaklarda tamamlanmayı ya da sadece kontrol edilmeyi bekleyen yazılarıma inat. Eylülün çağrısı bu. Sıcak yaz günlerinden sonra havanın yavaş yavaş serinleyecek olması hepimiz için çok sevindirici. Eylül her şeyin ortası ne sıcak ne soğuk o yüzden bence tam gezilecek mevsim ama malum okullar da bu ay açılıyor. Çoğu öğrenci için bu kötü bir haber olsa da biz evde oturup bir şey yapmayanlar için hayatımızın monotonluktan kurtuluşu. Sırf sıkıcı yazı bitirip okula kavuşturduğu için bile sevebilirim eylülü ama hiç şüphesiz eylül için bu kadar cömert davranmamın en büyük sebebi bu ayda doğmuş olmam. Neyse söylemek istediğim çok bir şey yok sadece çağrıya kulak verdim ve kendimi hatırlatmak istedim. Gününüz dününüzden güzel olsun, sevgiyle kalın.


4 Ağustos 2015 Salı

Kaybetmemek

Ben geldiiim. İçimde biriktirdiklerim, paylaşmak istediklerim ama en önemlisi de ne yaparsam yapayım söyleyemediklerimle karşınızdayım. Sizde havalar nasıl? Sıcak değil mi? Allah günah yazmasın ama hiç de sevmem şu sıcağı dolayısıyla da yaz mevsimini. Tabi ki kendine göre güzellikleri var ama ben kış mevsimini sevenlerdenim. Bir de kar yağdı mı değmeyin keyfime. Neyse konumuz tabi ki de bu değil. Şimdi siz konumuz ne sorusuna vereceğim cevabı merak ediyor olmalısınız etmiyorsanız da edin bir zahmet! Konu benim kaybettiklerim yahut hiç kazanamadıklarım. En kötüsü de bunlar hep en sevdiklerim diye tasvir ettiklerim. Genel olarak pek sıcakkanlı biri olduğum söylenemez hatta soğuk bile sayılabilirim, öyle kolay yakın ilişkiler kuramam. Tabi ki birçok arkadaşım var ama onları kazanmamdaki en büyük pay yine onlarındır, çoğuyla yakınlığım onların attığı adımlar sayesinde olmuştur. Bunun yanı sıra herkesin olduğu gibi de birkaç dostum vardı ya da bilmiyorum olduğunu düşünüyordum. Sonra anladım ki bir insanı en çok üzen şeylerden biri de karşısındakine verdiği değeri ondan görememekmiş. Şimdi hemen itiraz edenler olacaktır bu resmen karşılık beklemek diye. Belki evet belki hayır ama tam olarak bu değil. Bahsettiğim şey değerin ölçüsü değil kategorisi. Mesela sevdiğiniz kişinin sizi sadece arkadaşı olarak görmesi gibi. Ne kadar acı değil mi? Sözün özü ben birilerini hiç istemesem de gerek zaman gerek de başka şartlar yüzünden kaybettim, siz bu hataya düşmeyin dostlarınızla aranıza hiçbir şey sokmayın. En önemlisi de her şeyi karşı taraftan beklemeyin yani ilk mesajı atan olsanız ne olur ki? Hatta çok da güzel olur. Çok da geç olmadan bir şeyler yapmak gerek. Ben onu kaybetmem o beni kaybeder havasına girmeyeyse hiç gerek yok, gerçekten sevdiğin birini kaybetmenin acısının büyüklüğünü tartışmayacağım hepiniz tahmin edebiliyor olmalısınız gerçekten acı verici bir durumdur. Bu öldürmeyen acılar güçlendiriyor mu derseniz, güçlendiriyor mu bilmem ama süründürdüğü kesin.



Çok karamsarım değil mi? Ama durun olayın en güzel yanıysa bazıları bir şekilde hayatımızdan çıkarken bazılarının yanındayım diyerek bize elini daha sağlam uzatmasıdır. Daima demek isterdim ama bu hayatta kimse kimsenin daima yol arkadaşı olamaz gibi geliyor bana. Elbet birileri herkesten çok, herkesten güzel yanınızda olur ama mesele o güzel yürekli ruh ikizlerinizi, üçüzlerinizi bulmakta. Bilirsiniz klasik bir söz vardır arkadaşlarınız kendi seçtiğiniz ailenizdir diye işte o aileyi en güzel insanlarla kurup ilişkinizi sağlam bir temele dayandırdınız mı sırtınız yere gelmez vesselam. Çünkü unutmayın gerçek bir dostunuz varsa ne kaybederseniz kaybedin gerçekten kaybetmiş sayılmazsınız. En kısa zamanda görüşmek dileğiyle...

1 Temmuz 2015 Çarşamba

Kurbağa Prens

Kurbağa prens masalını hepimiz biliriz hani şu bir öpücükle prense dönüşen kurbağanın masalını. Masalın sonunda mutlu yaşayan prens ve prensesin dışında masalın önemli bir kahramanı daha vardır. Tabi ki kral ya da kraliçeden değil cadıdan bahsediyorum. Masalda prens prensese onu kötü kalpli bir cadının kurbağaya dönüştürdüğünü söyler. Peki ya neden dönüştürmüştür? Bu sorunun tek bir cevabı var o da cadının bencil aşkı. Aslında her aşk biraz bencil değil midir? Neyse konumuz bu değil.
Siz cadının yerinde olsaydınız sevdiğiniz yakışıklı prensin sizin aşkınızı umursamadan güzel mi güzel bir prensesle birlikte olmasını ister miydiniz? Burada güzele vurgu yapmak istiyorum çünkü prensesin güzelliği ne kadar dillere destansa cadının da çirkinliği o kadar dillere destandır. Tabi bir de kötü kalpliliği. Ama cadıyı cadı yapan da bu aşk hatta belki de prens değil midir? Kendinizi cadının yerine koyun, aşkına karşılık bulamayan aynalardan bile kaçan bir kadın. Cadı dünyanın en iyi kalpli insanı da olsa istisnaları dışarıda bırakarak söylüyorum ki prensler önce güzelliğe bakar. Gelelim cadının prense yaptığı büyüye yani onu bir kurbağaya dönüştürmesine. Cadının prense yaptığının kabul edilebilir bir tarafı yok gibi görünüyor ama bir de şöyle düşünmenizi istiyorum; cadı prense daima kurbağa kalacağı bir büyü yapmıyor ona katlanabilen bir prenses bulduğunda bir öpücüğün büyüyü çözeceğini söylüyor. Aslına bakarsanız cadı prense iyilik bile yapıyor. Yakışıklı bir prense tüm prensesler bakar ama prensimizin daima mutlu yaşadığı prenses önce onu tanıyor, bir kurbağa olmasına rağmen onunla vakit geçirip sonra prens olduğunu öğreniyor yani prenses prensi bir prens olduğu için değil o olduğu için seviyor ve böylelikle prens gerçek aşkı buluyor. Ama cadı sonsuza kadar yalnız, mutsuz ve cadı olarak kalıyor. Hem de sevdiği adamı güzel bir prensese kaptırmış bir şekilde. Bir cadı daima cadıdır ama kurbağa prens elbet prensesini bulup mutlu olur o yüzden cadının yaptığı büyü sadece bencil aşkının bir sonucudur ve niyet kesinlikle prense zarar vermek değildir. Kim bilir belki de aşkına karşılık bulsaydı cadı ve prens olarak mutlu olabilirlerdi.
Aslında mevzu ne biliyor musunuz? Mevzu, hiçbir zaman bir prenses olamayacağını bilmek. Kendi hikayenizi düşünün, hanginiz prensestiniz? Tabi ki öyle hissettiğiniz zamanlar olmuştur ama şimdi bir de sonucuna bakın. Sonucunu ben söyleyeyim kendi hikayenizin cadısı oldunuz hatta bazılarınız intikam alıp prensleri birer kurbağaya çevirdiniz. Daha önce de dediğim gibi cadı daima cadıdır ne prensle olur ne de kurbağayla. Ama unutmayın her cadının içinde bir prenses ve her prensesin içinde de bir cadı vardır. Umarım tüm cadılar bir gün şu istisna olan içlerindeki prensesleri görecek prenslerden birileriyle karşılaşırlar ve onların da mutlu bir hikayesi olur. Siz prensler, prenseslerinizi sevin ve onların birer cadıya dönüşmesine engel olun çünkü unutmayın ki her prensesin içinde bir yerlerde gizli tuttuğu bir cadı vardır. Son olarak siz prenslerini bulmuş güzel prensesler size söyleyecek hiçbir şeyim yok, mutlu hikayenizi devam ettirmek de bitirmek de sizin elinizde. Hikayenin hangi kahramanı olursanız olun sevgiyle kalın, sevgiye ulaşma umudunuzu asla bırakmayın.

22 Nisan 2015 Çarşamba

Mutlu Sonlara İnat Mutlu Anlara!

     Merhaba güzel ülkemin güzel insanları, merhaba değerli okuyucularım ve merhaba bu yazımı da diğerlerini olduğu gibi benim zorumla okuyan arkadaşlarım. Yoğun bir vize dönemini geride bıraktık. Tabi aranızda sadece üç tane vizemin olduğunu bilenler burada yüzünü ekşitip “sen de yoğun geçirdiysen ooo” demiş olabilir ama sizin de bileceğiniz üzere vizelerin varlığı bile büyük bir psikolojik savaş. Hadi bunu atlattık bunun bir de ödeviydi sunumuydu hepsi sırada bekler ama şimdi bunlardan bahsedip de moralinizi bozmak istemem o yüzden büyük bir hızla bu konuyu kapatıyorum. Konuyu kapatmak kolay da sorun yeni bir konu açmakta “o da senin işi” dediğinizi duyar gibiyim, haklısınız. Gelelim bugünün konusuna, en azından planladığım konuya. Mutlu sonlar hakkında düşünmenizi istiyorum hani şu hepimizin hayali olan mutlu sonlar hakkında. Ben hep hikayemin -burada hikayemin yerine hayatımın da koyabilirsiniz- mutlu bir sonla bitmesini isteyenlerden oldum ve burada karşıma iki yol çıkıyor. Birincisi güzel süren ve güzel biten ikincisiyse ne kadar acılarla dolu olsa da güzel biten bir hikaye. Bir seçim şansım olsa tabi ki de ilkini seçerdim ama bir seçim şansım yok, gerçek dünyada da bunun pek mümkünatı yok. Sanırım bu sebeple ikincisi üzerine yoğunlaştım ve “bir şekilde yaşanacak en azından güzel bitsin” dedim çünkü bana göre güzel sürmesini istemeye bile hakkım yoktu buna layık değildim ve mutlu bir son dilemeye başladım hem de bunun için herhangi bir çaba harcamadan. Sonra karşıma biri çıktı ve neden mutlu da bir son istediğimi sordu çünkü her son bir şekilde acıydı ve ben haklılığıyla karşı karşıya kaldım. Son elbet gelecek ve ben bunu düşünmekten yaşadığım andan kopmuşum, buradan sonu düşünmeden hareket etme manası kesinlikle çıkmamalı çıkarılması gereken tek şey “anı yaşamak ve onu elimizden geldiği kadar güzelleştirmek”. Anı yaşamak şükretmektir. Bu güzel cümleyi bir kenara yazın kendisi gibi güzel bir kişiye ait ve vakit buldukça bunu düşünün. Şimdi de şükredin mesela sevdiğiniz biri için, yaşadığınız an için ya da sadece şükredebildiğiniz için. Nefeslerimizin sayılı olduğu şu dünyada ne dünde ne de yarında yaşamak anlamsız farkındayım bu çok klasik bir şey herkesten duyabilirsiniz ya da her kişisel gelişim kitabından okuyabilirsiniz ama ben bunu ölümle yakın bir münasebete girmiş biri olarak söylüyorum. Bir kulağınızdan girdiyse diğerinden çıkabilir, uğurlar olsun. Değerli vaktinizi bana ayırdığınız için teşekkür ederim, sevgiyle kalın. Not: Karşıma çıkıp hayatımı güzelleştiren ve bana bu konuyu düşündüren kişiye selam olsun, bu yazı ona ithaf edilmiştir.

8 Mart 2015 Pazar

Sev!

     Gözlerini kapat ve haritadan bir yer seç.Gidelim, hiçbir şeyi düşünmeden arkamıza bile bakmadan gidelim.Kim ne demiş, ne düşünmüş umursamadan gidelim.Düşünmeye gerek yok birkaç parça eşya biraz da para, fazlasına gerek yok.Her şeyden çok sevgini al yanına.
     Trenle gidilebilecek bir yer olsun isterim ama hızlısından falan değil kocaman, gürültülü olanlardan.Olmasa da olur yeter ki sevgin yanında olsun, sen yanımda ol.Çorak topraklardan, yemyeşil alanlardan geçelim.Unutma, nereye vardığımızın bir önemi yok sadece gidelim.Şimdi gözlerini aç ve gerçeklerle yüzleş.Sen hiçbir yere gidemeyecek kadar korkak bense teklif bile edemeyecek kadar utangaç.Belki çok uzaktasın belki de yoksun bile.Varlığına inandığım, inancımdan güç aldığım.
     Yazının böyle devam etmesini ben de isterdim ama maalesef böyle devam etmiyor.Seviyor muyum?Evet hem de çok seviyorum.Sorun şu ki birini değil herkesi, tüm insanlığı.Zaten gönlümüz bir derya değil midir tüm insanlığı kucaklayan?En sevmediğim, en çok şikayet ettiğim anlarda bile seviyorum.Ama her şeyden çok sevmeyi seviyorum, sevebilmeyi.Kalbi pas tutup işlemeyen insanlara inat sevebilmeyi.Çiçek açmış ağacı da seviyorum yaprakları sararmış olanı da, sıcağı da seviyorum soğuğu da, siyahı da beyazı da...
     Sev sayın okuyucu, sevgi iyileştirir.Yaratılanı sev ama evvela yaratanı, gönlüne sevgiyi koyanı sev.Göreceksin ki o zaman her şey daha güzel olacak.Yüreğin elbet birine kıyak geçer, onu hem sev hem de hiç bırakma.Unutma, sevgi iyileştirir.Sevgiyle kal :)
     

3 Şubat 2015 Salı

Yabancı

     Küçükken hayatımdaki en önemli şeylerden biri babamın ilgisiydi.Hayatımı bunun için yaşardım.Akşamları babama o gün ne yaptığımı anlatmak için.Benimle gurur duysun isterdim, beni dikkatle dinlesin, aferin desin, saçımı okşasın...Kısacası benimle ilgilensin isterdim ki bunu her çocuk isterdi.Ben o ilgiye sahip olan şanslı çocuklardandım ve hala da öyleyim.Düşününce basit bir şeymiş gibi duruyor zaten her baba çocuğuyla ilgilenir diyorum ama içten içe öyle olmadığını biliyorum, belki de bu ilgi bir çocuk kalbi için dünyadaki en önemli şeydir.Okula başlayınca da böyle devam etti.Herkesten önce okumak istedim, herkesten güzel yazmak istedim hatta babam gibi güzel yazmak istedim.Ben her konuda elimden geleni yaparken babam da beni hiç yanıltmadı ve ilgisi hep üstümde oldu.Yıllar geçti ve bu ilgi isteğim bitmese de azaldı fakat sonra bir şeyi fark ettim.Önceleri kabul etmek istemesem de bu ilgiyi başka birinden beklemeye başlamıştım ve tanıdıkça o kişinin babama olan benzerliği beni şaşırtacaktı.Yine ve yine aynı şeyleri istemeye başladım fakat bu sefer ilk isteğim sevgisi oldu.Sahi, babamda hiç düşünmemiştim bunu çünkü o babamdı ve beni severdi istediğim sevgisini göstermesi, belli etmesiydi.Şimdiyse durum çok farklıydı çünkü o bir yabancıydı, her şeyiyle bir yabancı.Bir yabancıdan nasıl istenirdi ki beni sevmesi?İstedim, hem de defalarca.Peki kaçının farkına vardı?Bilmiyorum.Sevgisini kazandım mı?Bilmiyorum, bunu ancak o cevaplayabilir ama ilgisini kazanmıştım.Her ne kadar ben her günün sonunda yanına koşma isteğiyle dolsam da bunu yapamazdım çünkü ne kadar yakın da olsa o bir yabancıydı.Ama hissettirdiği şeyler vardı ne olursa olsun, ne zaman ihtiyacım olursa olsun yanımda olacağını daima bildim.Kendisi benim için samimiyetin sözlük anlamı oldu.Tamam kabul klişeden ölen var ama bunu öyle güzel hissettirdi ki bana diyecek başka bir şey bırakmadı.Bunları neden anlattım bilmiyorum bahsettiğim kişi büyük ihtimalle bu yazıyı okumayacak.Şimdiye kadar çok şey yazdım ama hepsi sahibine ulaşmaması gereken ve asla ulaşamayacak olan mektuplardı, yırtıp attım.Başkalarının okuyacağını bildiğin bir şeyi yazmak gerçekten zormuş,ben de bu konuda pek iyi sayılmam ama bu yolun başında birçok şeyi göze almıştım.Korktuğumu kabul etmeliyim ama kaçmayacağım.Belki bu hikaye güzel bitmeyecek ama kim bilir belki de rolleri veren bir gün bizim rollerimizi de değiştirecek.Tek yapmamız gereken daima büyük rollerin peşinde koşmak çünkü sen sayın okuyucu bir başrolden hiçbir farkın yok.

8 Ocak 2015 Perşembe

Kar Bekleyen Menekşeler

     Kar, bu fani dünyaya ait olamayacak kadar güzel olan nadir şeylerden biri.Listeyi devam ettirsem sonra ne gelir diye düşünüyorum da aklıma ilk yıldızlar geliyor.Bir de bulutlarla ayı da eklersek oldu mu size karlı bir ocak akşamı?İşte size böyle bir akşamdan sesleniyorum.Çoğunuz için belki sıradan, hiçbir anlamı olmayan bir tablo ama benim için çok şey ifade ediyor.Tabi ki sıra onlara da gelecek ama önce nasıl bir ortamda olduğumu anlatmak istiyorum.Salonda pencerenin kenarındaki masada oturmuş, perdeyi sonuna kadar sıyırmış, tüm ışıkları kapatıp sadece sokak lambası ve bilgisayar ekranının ışığına kalmış, ayaklarını sıcacık peteğe uzatmış, elini ve yüreğini de ıhlamurla ısıtmış durumdayım.Tabi masada da annemin kızları yani biricik menekşeleri.Günlerdir beklediğim oluyor ve nihayet her yer karla kaplanıyor.Her ne kadar devam eden yaşam yollardaki karları eritmiş olsa da bana sadece ağaç ve çatılardaki bile yeter.Dışarı bakıyorum da soğuğu somut olarak olmasa da iliklerime kadar hissediyorum.Ben böyle hissediyorsam bu soğukta dışarıda olan ya da her ne sebeple olursa olsun üşüyen insanlar ne olacak?İnsan önce bir şükretmeli sonra da diğer halkaya geçmeli.Diğer halka duadır."Elimden gelen bir şey yok" diye düşünmek kendini kandırmaktan başka bir şey olamaz çünkü o eller semaya açıldığı zaman boş dönmez.Diğer halka da paylaşmak, belki sıcak bir çorbayı belki de sadece sıcak bir gülümseyişi.
     Pek büyümüş sayılmam ama küçüklüğümden beri böyle havaları sabırsızlıkla beklemişimdir.Her kar tanesi masum bir melekti benim için ve gökyüzünde salınışları da şefkatle izlenmeliydi.Ne zamanki kar yağmaya başlar ben yine bu masanın yanına koşardım tabi o zamanlar üstüne çıkıp oturmak gibi bir alışkanlığım vardı.Annemin de yine böyle güzel menekşeleri vardı.Hepsini tek tek kenara iter yerime kurulurdum.Çocuk aklı işte bir gün annem yine menekşeleriyle canlılarmış gibi konuşurken aklıma bir soru düştü.Menekşeler de benim gibi karın yağmasını bekliyor muydu?Tabi o zamanlar bu sorunun peşine düşmedim ta ki mevsim kışa dönene kadar.Anneme menekşelerinin karlı havaları sevip sevmediğini sorduğum günü dün gibi hatırlıyorum.Her ne kadar annem güneşli havaları daha çok sevdiklerini söylese de hala ikna olmuş sayılmam.Ama artık diretmeyi bıraktım.Madem güneşli havaları seviyorlar varsın sevsinler, karlı havalar da bana kalmış olur.
     Önceleri kara basmaya kıyamazdım sanki kalplerini kırıyormuş gibi hissederdim.Sonra yavaş yavaş alıştım, karda yürümek beni mutlu etmeye başladı.Hani haberlerde "güneşli havayı gören kendini dışarı attı" derler ya o ben de karlı havalar için geçerli.Karlı havaların kıymetini bilin zaten az ama öz uğrarlar ve ne olursa olsun kara beyaz çile demeyin.Kışa rağmen de yüreğinizde bir parça bahar saklayın.Sevgilerimle...
   
 

1 Ocak 2015 Perşembe

"İyi Geceler Hüzün"

  Sanırım merhaba diyerek başlamalıyım.Merhaba!
  Şimdi de kendimi tanıtmam gerek ama inanın bu konuda çok kötüyümdür.Kelimelerimin muhattabı ne zaman kendim olsam birden tükeniverirler o yüzden ben kendimi tanıtmayayım en iyisi siz beni yavaş yavaş kendiniz tanıyın.Başlangıç içinse ismim Sümeyye.Dürüst olmak gerekirse burada ismim mi desem adım mı kararsızlığını yaşayıp epey duraksadım.Kararım ismim değil akışına bırakmak oldu ve kendimi klavyemin akışına bıraktım.Yine uzattım yine konudan saptım bu da benim en sevmediğim huyumdur.
  Nereden çıktı bu blog işi bizimle ne paylaşacaksın sorularına cevap vererek başlamak istiyorum.Hep isteyip de yapamadığım, cesaret edemediğim bir şeydi şimdi ne değişti derseniz artık korkmuyorum ne eleştirilmekten ne de yazdıklarımın beğenilmemesinden.Göze aldığım şeylerden biri de yazdıklarımı sadece nazımın geçtiği birkaç kişinin okuması, varsın sadece onlar okusun bana bu da yeter.Sırada ne paylaşacaksın burada ne yazacaksın sorusu var, açıkçası bunu ben de bilmiyorum tek bildiğim tematik bir şey olmadığı.Size vaatlerde bulunamam, sizi güldüremem bilgilerinize yeni bilgiler katamam belki yapabileceğim tek şey naçizane beni ortaya koymak olacak.Sanırım biraz size hitaben yazılmış bir günlük gibi olacak bu noktada yorumlarınızı benimle paylaşırsanız beni çok sevindirmiş olursunuz.İşte yazdıklarım bizden, bizden birinden.
  Sıkıntısını yaşadığım şeylerden biri de isim konusu oldu.Ne olsun ne olsun diye bir sürü arkadaşımı seferber ettim.Buradan hepsine teşekkürlerimi iletiyorum.Hepsi gerçekten güzel öneriler sundular kimi çoktan alınmıştı kimi türkçe karakter sıkıntısına uğradı kimiyse benim içime sinmedi.Tabi yine ne varsa en yakın arkadaşta var onun önerisi ikidirhembirkalem oldu onu biraz değiştirip kelamda karar kıldık pek de içime sindi.
  İsim hikayemizi de paylaştığıma göre sıra vedada.Malumunuz bugün yeni yılın ilk günü, yeni yılın hayırlara vesile olmasını dilerim.Yeni yıl size onu bunu değil inşallah neyi istiyorsanız onu getirsin.En kısa zamanda görüşmek dileklerimle, esen kalın.Buraya kadar sabırla okuduğunuz için teşekkür ederim.